Gece gündüz Türkiye Müzik sanat kitap yemek sinema: Müzik ve sanat festivallerinden kitaplara, arkeolojiden yemek kültürüne, sinemadan sokaklara dek Türkiye’nin zenginliklerine dair yazılar.
Bu yılın başından itibaren yaşadığımız Kovid-19 salgını nedeniyle çevremize olan duyarlılığımız arttı. Artık doğaya farklı bir gözle bakar olduk. Çoğumuz çevremizdeki canlıları farklı bir şekilde duyar ve gözlemler olduk. Esasında her birimiz yaşadığımız gezegeni paylaştığımız diğer türlere saygılı olmamız gerektiğinin farkına vardık. Bu dönemde dünya nefes aldı, somut veriler gördük, Diğer kavramların yanında biyoçeşitlilik diye
Üç ayı aşkın bir zamandır Korona ile yattık, Korona ile kalktık. Mart, Nisan aylarını akşamları gösterilen yeşil slaytlardaki sayılara kilitlenmiş bir şekilde geçirdik. Hepimiz, çarpma, bölme, yüzde alma, R katsayısı hesaplama uzmanı olduk. En kötüsünden, “İtalya gibi olmaktan” korkuyorduk. Birçok insan kaybettik, aramızdan bazıları çok kötü hasta oldu, hastaneye, hatta yoğun bakıma yatıp çıkanlar oldu,
Bir önceki yazımda Covid’in sihirli bir ayna gibi medeniyetimizin bütün zaaflarını bize gösterdiğini, sorunlarımızı üstelik büyüterek, ya da hızlandırılmış bir film gibi yüzümüze çarptığını söylemiş, dünyadan çok çarpıcı bulduğum örnekler vermiş, Covid aynasının bir köşesinde de Türkiye’den yansımalar olmalı, onlara daha yakından bakmak gerek demiştim.O yazıyı yazdığımdan bu yana hatta daha öncesinden başlayarak aynadaki Türkiye
Mart başlarıydı. Koronavirüs Covid-19 dünyadaki meşhurların hepsine bulaşmış gibiydi. İngiltere’de Prens Charles, İran’da Meclis Başkanı Ali Laricani, Hollywood’dan Tom Hanks, Türkiye’den nam-ı diğer İmparator, Fatih Terim. Liste uzayıp gidiyordu. Sosyal medyada hemen üzüntülerle birlikte “bu virüs zengin, fakir hepimiz için tehlikeli, hepimize eşit davranıyor” mesajları dolaştı. Öyle miydi gerçekten? Virüsün kimsenin banka hesabını, ya da
Hafta sonu yeniden sokağa çıkma yasağı ilan edilip sonra Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kararıyla kaldırılması yeniden kafaları karıştırsa da Türkiye’nin Covid-19 ile üç aylık mücadelesinde korkulanın başa gelmediği, görece bir başarı sağlandığını söylemek mümkün. Çok kısıtlayıcı tedbirlere gidilmemesine rağmen, yaklaşık bir aylık bir sürede vaka sayısında zirveye ulaşılması, bu görece başarının altına yatan sebepleri araştırma ihtiyacını
Herkes sosyal medya hesaplarından canlı yayında. Bütün kurumlardan arşivlerini dijital platformda erişime açması bekleniyor. Kültür-sanat içeriklerinin bu “sıkıntılı” günlerde “kurtarıcı” olacağı konusunda herkes hemfikir… İyi ama, bu işin hukuk boyutunu biliyor muyuz? Örneğin o eserlerin üreticilerinden, onların telif haklarından, fikri mülkiyet haklarından konuşuyor muyuz? Bu konuyu düşünürken, aklıma karantina günlerinden kısa süre önce hukukçu ve
Şu anda tüm dünyanın gözü ABD’deki gösterilerde ve Covid salgının seyrinde ama Hong Kong aylardır her hafta sonu, benzer görüntülere ev sahipliği yapıyor. Üstelik Çin merkezi idaresi gibi insan haklarını hiç dikkate almayan bir yönetim ve onun polis gücü, yüz tanıma ve fişleme programlarına karşı, cep telefonları, maskeleri, sprey boyaları ve şemsiyeleri haricinde hiçbir ekipmanları
Hayatımızın COVID-19 ile geçen iki ayının sonunda bir değerlendirme yapalım:Türkiye, ilk vaka görüldüğü anda kısmi karantinaya başlayıp zaman içerisinde tedbirlerin artırıldığı karma bir uygulama benimsedi. Mart ortasından itibaren uzaktan eğitime geçilirken işyerleri de mümkün mertebe uzaktan üretime teşvik edildi. Nüfusun yüzde 40’ını oluşturan 65 yaş üstü ve 20 yaş altı nüfus için tam karantina uygulandı.
Hong Kong Doğu Asya bölgesinde COVID-19 salgınına karşı en başarılı mücadele veren kentler arasında gösteriliyor. 7.4 milyon nüfuslu kentte geçtiğimiz hafta itibariyle vaka sayısı 1,056; iyileşen hasta sayısı 1,026; ölüm sayısı 4. Rakamların ortaya koyduğu başarıya rağmen kent önlemleri gevşetme konusunda temkinli davranıyor. Zira tüm dünyada olduğu gibi Hong Kong’da da bilim insanları durumun hala