Enerji artık yalnızca bir kaynak değil—bölgesel sınırları yeniden çizen jeopolitik bir kaldıraç. Bunun en güncel örneği, Azerbaycan devlet enerji şirketi SOCAR ile Ahmed el-Şara liderliğindeki Suriye geçici yönetimi arasında 12 Tammuz’da Bakü’de imzalanan anlaşmadır. İlk adımda Azerbaycan’ın Türkiye üzerinden Suriye’ye doğalgaz satışını öngören bu mutabakat, konvansiyonel bir yatırım adımının çok ötesindedir: Ortadoğu’daki güç dengelerinin yeniden
MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın 29 Haziran’da Hamas Şura Meclisi Başkanı Muhammed İsmail Derviş ve beraberindekiler ile yaptığı duyurulan görüşmenin dört başlık altında yürütüldüğü anlaşılıyor. 1- Gazze’de yaşanan insani trajedi, 2- Gazze’deki insani dramın ve yıkımın sona erdirilerek yardım geçişlerinin derhal sağlanması için Türkiye’nin uluslararası toplumla ile birlikte yürüttüğü çabalar, 3- Filistinli guruplar arasında uzlaşı sağlaması,
Ortadoğu’nun siyasi haritası değişti; ülke sınırları kâğıt üzerinde aynı kaldı ama artık yeni dengeler ve roller geçerli; ezberler altüst oldu. Geride, füzelerle yerle bir edilmiş ama henüz akıl ve işbirliğiyle yeniden kurulamamış bir bölgesel boşluk kaldı. Bu boşluğun yönetimi ise artık birkaç ülkenin değil, yalnızca iki aktörün üzerinde dönüyor: İsrail ve Türkiye. İsrail kaba gücüyle
İranlı kadınlar, yıllardır sadece rejimin değil, savaşın, sessizliğin ve erkek egemen düzenin karşısında dimdik duruyor. 2025 Haziran’ında Ortadoğu yeniden sıcak bir savaşın eşiğindeyken, İranlı kadınlar ve kadınların mücadelesi bir kez daha tarihin en çetin sınavlarından birini veriyor. Bu satırları yazarken aklımda yalnızca onların öfkeleri değil; cesaretleri, yalnızlıkları ve inatları da var. Hem geçmişin yükünü, hem
ABD’nin İsrail’in isteği üzerine İran’ı vurdu. ABD’de Missouri’deki Whiteman üssünden kalkan B-2 ağır bombardıman uçakları, Afganistan saldırılarını da aşan uzaklıkta, havada yakıt ikmaliyle 37 saatlik uçuşla 6 sığınak delici bombayı İran’ın İsfahan, Natanz ve Fordo’daki üç nükleer tesisi üzerine bıraktı. Hem Avrupalı liderler hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İran’ı müzakere masasına döndürmek için ikna etmesini bekler,
Öncelikle şunu belirtmeli: ABD Başkanı Donald Trump 22 Haziran İran saldırısıyla inisiyatif almadı. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun çizdiği hatta ilerleyerek, kendi üslûbunca, kişisel karakteri ve ABD’nin iç siyasetinin dengeleri doğrultusunda hareket etti. Elbette, buradan kendine bir “dünya liderliği” parsası çıkaracaktır. Ancak, gerçek “güdüldüğü” yönde giderek bu adrese çıktığıdır. İran’ın bu aşamada nükleer kaynaklarının bir kısmını,
ABD 22 Haziran sabaha karşı 03.30 sularında İran’ı vurdu. Saldırıda ABD’de Missouri’deki üslerinden kalkan B-2 stratejik bombardıman uçağının taşıdığı 6 adet GBU-57 sığınak delici bombanın ve Hint Okyanusunda konuşlu ABD savaş gemilerinden atılan 30 Tomahawk füzesinin kullanılarak İran’ın Fordo, Natanz ve İsfahan nükleer tesislerinin vurulduğu duyuruldu ABD Başkanı Donald Trump, Trump, Türkiye saatiyle 05.25’te yaptığı
İsrail’in İran’a 13 Haziran’da başlattığı hava harekâtı, sadece birkaç gün içinde klasik savaş tanımlarını aştı. Bu, konvansiyonel çatışmadan öte; altyapı yıkımı, istihbarat hâkimiyeti ve rejim hedefli sistematik bir yıpratma operasyonuydu. Füze atışlarının oluşturduğu denge algısının ötesinde, uluslararası analizler İran’ın hızla çözüldüğüne işaret ediyor. Ancak bu savaşın en belirgin özelliği, etkisinin İran sınırlarını aşması. Türkiye, sadece
Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, “İran’da yaşanan son olaylar nedeniyle sınırlarımızdaki güvenlik tedbirleri artırılmıştır” dedi. Güler bu açıklamayı, Genelkurmay Başkanı Metin Gürak ve üst düzey komutanlarla Van’da İran sınırında yaptığı inceleme ve denetlemelerden sonra yaptı. Savunma kaynakları, YetkinReport’un sorusu üzerine arttırılan önlemlerin “Askeri bir tehdide yönelik teyakkuz değil, olası kitlesel göç ihtimaline karşı bir teyakkuz”
Uluslararası sistem yalnızca krizde değil—serbest düşüşte. Bir zamanlar uluslararası hukuk, çok taraflı kurumlar ve ortak normlara dayalı olan kurallı düzen, gözlerimizin önünde dağılmakta. Egemenlik, hukuk, insan hakları ve kolektif güvenlik gibi temel ilkeler, artık daha çok geçmişin hayaletleri gibi—yalnızca zirve bildirilerinde hatırlanıyor. Yerine geçen şey ise çıplak güç ve stratejik caydırıcılık. Rusya, Ukrayna ve Gürcistan’da