19 Mayıs 1919 Türkiye’nin Türkiye olması tarihinin dönüm noktasıdır. Bazı askeri tarihçiler Kurtuluş Savaşının başlangıcını 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi, silah bırakışma anlaşması olarak alırlar. Aslında silah bırakan, bıraktırılmak istenen sadece Osmanlı idaresindeki Türk ordusudur. Ordudaki direniş silah bırakmayı reddetme, saklama şeklinde başlamıştır. Kimi tarihçiler direniş ruhunun aslında 1915 Çanakkale’de ateşlendiği gerçeğinden yola çıkarak Çanakkale’yi
Bu yazıyı, Pınar Öğünç’ün Evrensel gazetesinde dün kaleme aldığı “Hirayama pansumanı, Saito, hijyen ve huzur” başlıklı yazısından aldığım güç ve gönül açıklığının ardından yazabiliyorum. Wim Wenders’in çok ses getiren “Mükemmel Günler” filmini izlemeye başladığım anda beni yakalayan ve filmin son sahnesinde hala hem aklımın, hem kalbimin üzerinde devasa bir fil gibi oturan bir cümleyi incelikle
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul Saraçhane Meydanı’nda eğitim alanında sorunlara dikkat çekmek amacıyla “Büyük Eğitim Mitingi” düzenledi. Mitinge İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, CHP yöneticileri, Eğitim-Sen ve Eğitim-İş sendikaları ve eğitimcilerin yanı sıra vatandaşlar da katıldı. Katılımcılar, “Öğretmenler atanmak istiyor”, “Çağdaş laik bilimsel eğitim”, “Eğitimde şiddete son”, “Mülakata son” dövizleri taşıdı. Mitingde konuşma yapan
Yerel seçimin arkasından bugüne kadar basında çeşitli ama hep veriden ziyade düşüncelere, tahminlere ya da dar kapsamlı anketlere dayalı yorumlar gördük. Örneğin emeklilere zam verilmemesinin AKP’ye oy kaybettirdiği gibi tahminler var. Ya da katılımın daha düşük olmasının da AKP’ye kaybettirdiği gibi düşünenler ya da gösterenler var. Geçtiğimiz yıllar boyunca bu tür tahminler bizi hep kısır
Zaman da görecedir, algı da. Örneğin çocuğunun önüne kahvaltı koyabilip gözü arkada kalmadan okula göndermeye, ayın sonunda iki yakasını bir araya getirmeye çalışan milyonlarca yurttaş için normalleşme Anayasa değişikliği değildir. Kobani Davasından hiçbir silahlı eylemle suçlanmadan 42 yıl hapis cezasına çarptırılan Selahattin Demirtaş için, 30 küsur yıla çarptırılan Figen Yüksekdağ için normalleşme Anayasa’nın değiştirilmesi değil,
Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi 16 Mayıs’ta Kobani Davasında ağır ceza yağdırdı. En çok öne çıkan, doğal olarak Selahattin Demirtaş’a 42 yıl ve onunla aynı dönemde HDP eş başkanı olan Figen Yüksekdağ’a 30 yıl ağır hapis cezası verilmesi oldu. Bu da tıpkı Gezi Davası gibi, tıpkı siyasi iklim değişince düşen Ergenekon serisi davalar gibi siyasi
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 28 Şubat davasında ceza alan ve aralarında Çevik Bir, Çetin Doğan ve Yıldırım Türker’in de olduğu generallerin kalan cezalarını “hastalık” ve “kocama hali” gerekçeleriyle kaldırdı. 17 Mayıs’ta Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı Erdoğan imzalı karara göre 28 Şubat hükümlüsü Genelkurmay Harekat Başkanı emekli Orgeneral Çetin Doğan, Emekli Org. Fevzi Türkeri, Emekli Korgeneral
Genellikle ülkeler arasında imzalanan mutabakat muhtıralarına şüphe ile bakıyorum. Zira, genellikle niyet beyanının birazcık ötesinde ciddiyete sahiptir: tarafları bağlamaz, siyasi mesaj yüklüdür, çoğu zaman da “boşa görüşmedik yazılı bir sonuç çıkardık” anlamını taşıyor. Özellikle cumhurbaşkanı düzeyindeki ziyaretlerde, açın bakın ortak bildirilere, çoğun süratle kaleme alınan onlarca mutabakat muhtırası imzalanır. Bunlardan kaçı gerçektir, belli ihtiyaçlara yanıt
Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski eş-başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da aralarında bulunduğu 108 kişinin yargılandığı “Kobani Davası”nda karar verildi. Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nce 16 Mayıs’ta Sincan Cezaevi İnfaz Kurumları Kampüsü’nde görülen duruşmada mahkeme heyeti, Selahattin Demirtaş hakkında devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmaya yardım suçundan 20 yıl hapis cezası, Suç işlemeye tahrik
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 15 Mayıs’ta TBMM’de Hamas’ın Gazze’de “Anadolu’nun ileri hat savunmasını” yaptığını söylemesinden birkaç saat sonra Dışişleri Bakanı Hakan Fidan NTV canlı yayınındaydı. Erdoğan, “ileri hat savunması” iddiasını İsrail’de işbaşında bulunan ırkçı-şeriatçı yönetimin “Vadedilmiş topraklar” çerçevesinde er geç gözünü Anadolu topraklarına dikeceği varsayımına dayandırıyordu. Fidan ise o arada ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile